Neden Bu Sayfa

Kimilerine göre bir bilmecedir yaşam. Kimilerine göre bir kader vardır, kimilerine göre de herşey tesadüftür, doğanın bir gereği olarak doğar ve ölürüz ve hepsi bu kadardır.

Bu sayfayı açmamın nedeni; düşünen, soran, cevap arayan ve araştıranların bulunduğunu ve sayılarının az da olmadığını biliyor olmam. Buraya yıllardır araştırdığım konuları, biriktirdiğim düşünceleri taşıyacağım. Herkesin ayni düşüncede olmayacağının elbette farkındayım ve herkesin kendi değerlendirmesine ve hükmüne de elbette saygım var. Onların da bu düşüncelere saygısı olmasını beklediğim gibi.

Bu sayfanın tek bir gerçeği ifade ediyor olmak gibi bir iddiası kesinlikle yok. Yollar çeşitlidir ve her insan gideceği yolu, düşüneceği tarzını seçmekte tamamen özgürdür. Kaldı ki, gerçekler de herşey gibi sürekli değişmededir. Bugün doğru olduğuna kesin gözüyle baktığımız her hangi bir şey, bir zaman sonra yerini daha doğrusuna bırakıyor.Durum böyleyken “mutlak gerçek” ten söz etmenin anlamsızlığı ortada. Ancak, merak etmek, öğrenmek ve her seferinde bir adım daha ileriye gidebilmek sonsuz zevkli bir macera.

Sayfanın adı da o yüzden ““Son”suz Yazılar”. Yazılanları bitmiş saymıyoruz, noktayı koymuyoruz, devamlı yürüyoruz, soruyoruz, arıyoruz, öğreniyoruz, düşünüyoruz, yeniden soruyoruz.

Bu sayfa hiç bir kuruluşa, hiç bir görüşe, hiç bir ekole, hiç bir akıma ait veya bağlı olmayıp, tamamen kişisel ve bağımsızdır. Yazarın bir dünya görüşü vardır tabii ki ama arkasında başka birşey aranmasın.

Samstag, 25. Februar 2012

İnsan Düşüncesinin Gücü ve Kuantum Fiziği


Maddeyi Var Etmek ve Şekillendirmek, Hayal mi Gerçek mi?


Önceki yazımızda, Budist öğretileriyle Kuantum Fiziği arasındaki paralellere dikkati çekmiş ve bilimin bu alanda yaptığı yeni keşiflerin, dünyamıza yepyeni bir bilim anlayışı getirebileceğinden söz etmiştik.

Bu yazıda, bu konu üzerinde biraz daha durmaya ve bilim adamlarının yeni söylemlerine yer vererek, değişen düşünceler ve açılmakta olan yeni kapılar üzerinde biraz daha bilgi toplamaya çalışacağız.

Dile Benden Ne Dilersen

Son senelerde birbiri ardına çıkan bazı kitaplar, insanlara dileklerine kavuşmanın yollarını anlatmakta. Bunun için de yapılacak şeyin, arzularını evrene iletmek ve onların olmasını beklemek olduğu anlatılıyor bu kitaplarda.

Bu kitaplar,  içinde en ünlüsü “The Secret” (Rhonda Byrne) olmak üzere, “Bir Dilek Dile” (Pierre Franckh) , “Evrene Ismarlamak” ( Baerbel Mohr), “ Meleklerin Kozmik Gücü” (Doreen Virtue) , “ Lol2a Prensibi” (René Egli) ve daha birçok başka isimlerle, insanlara başarının ve isteklerine kavuşmanın sırlarını açıklıyorlar.

Bu kitapların ortak ana konusu, insanın düşünceleri ile kendi kaderini tayin edebileceği ve hayatta isteklerine kavuşabileceği yönünde. Bunun için önerilen yöntemler de, genelde düşünce gücümüzle evrende mevcut güçlerle bağlantı kurabilmemiz ve böylece çevremize ve içinde yaşadığımız olaylara istediğimiz yönü verebilmemiz doğrultusunda. Yapacağımız şeyin, istediğimizin gerçekleşeceğine kuvvetle inanmak olduğu söyleniyor. Kitapların bazıları bunun için meleklerin gücünden istifade etmeyi, bir kısmı “eşdeğer şeyler birbirini çeker” prensibinden yararlanmayı, bazıları da düşüncelerimizin gücüyle tüm evreni dolduran enerjiye bağlanmayı öngörüyorlar. Bu kitaplar hatta insanların maddi isteklerinin de bu yolla gerçekleşmesinin mümkün olduğunu iddia ediyorlar. İsteyene ev, isteyene araba, isteyene iyi bir hayat arkadaşı vesaire. Yeter ki inanarak ve nasıl isteyeceğini bilerek istensin. Nasıl isteneceği de, işte bu kitapların her birinin ayrı ayrı konusu.

Hepsinin ortak olan şaşırtıcı bir başka yönü de, hemen hepsinin, ortaya attıkları iddialara kanıt olarak Kuantum Fiziğinin verilerini göstermeleri.

Biz ise, kitaplarda sözü edilen metodların ayrıntılarını değerlendirmeye çalışıp, eğriyi doğrudan ayırmakla uğraşmak yerine, genel akımın Kuantum Fiziği ile ilintileri ve bilim adamlarının bu gelişmeler karşısındaki duruşları ile ilgileneceğiz.

Bu kitaplar satıldıkları ülkelerde iyi bir okuyucu kitlesi bulurken, bilim dünyası bu kitaplar karşısında ne yorum yapacağını tam anlamıyla bilemez durumda. Hatta bu akıma “Kuantum Mistikleri” diyen bazı bilim çevreleri, Kuantum Fiziğiyle ortaya konmuş olan verileri red edemedikleri için, neticede bu kitaplarda ortaya atılan önerilerle Kuantum fiziği arasına bir set çekmek gereğini duyuyorlar ve bu kitapların, bir noktadan sonra Kuantum Fiziğinin sahasını terkederek, hayal alemine dalmış olduğu tesbitini yapıyorlar. Bunu yaparken de, birçok bilimsel keşfin öncesinden, tasavvur dünyası geniş düşünürlerin tasavvurlarının gitmiş olduğu gerçeğini görmezlikten gelebiliyorlar.  Örneğin Jules Verne, 1865 de “Aya Seyahat” adlı eserini yazdığında, dünya aya gidebilme gibi bir konuyu ancak hayal edebilecek durumdaydı. İnsanların keşif ve buluşlarının yolunu gösteren daima daha önceki düşünceler ve hayaller olmamış mıdır?

Kuantum Mistikleri ve Kafası Karışık Bilim Adamları

Bu kitaplara bir de Amerikalı yapımcılar William Arntz, Betsy Chasse ve Mark Vicente’in 2004 de çektiği  “What the Bleep Do We (K)now”  ve sonra bu filmin devamı olarak film piyasasına sürülen “ What the Bleep/Down The Rabbit Hole” isimli filmler eklenmiş. Filmlerin de teması, evrendeki tüm oluşumun esasının ruh ve bilinç olduğu ve biz insanların aslında tüm evreni dolduran kozmik zekanın bir parçası olarak her an bu zeka ile iletişim halinde bulunduğumuz. Dokumentar film kategorisinde gösterilen bu film, yalnızca Amerika’da bir milyon ve Almanya’da 250.000 kişiyi sinemalara çekerek oniki milyon dolar hasılat yapmış. Bu filmin meydana getirilmesinde 14 bilim adamı ve doçent çalışmış. Bunlardan biri olan  Oregon Üniversitesi eski fizik profesörü Amit GoswamiAraştırmacılar, evrende herşeyin birbiri ile bağlantı halinde olduğunu artık farketmeliler. Bu da düşünce gücüyle herşeyin kökünden değiştirilmesinin mümkün olduğu anlamına gelir.” diyor. Goswami’ye göre, tüm evreni, her insan tarafından bağlantı kurulması mümkün olan bir enerji sahası doldurmaktadır. Ve bu ifade Kuamtum Fiziğinin ifadesidir.

Yalnız işin içinde, bazı bilim çevrelerini kuşkulandırmaya yetecek küçük bir ayrıntı var: Bu da, bu filmin yapımcılarının “Ramtha Okulu” adındaki, Amerika’da yaygınlaşmış bir spiritüel öğretinin öğrencileri olmaları. “Ramtha” kendisini bu isimle tanıtan, eskiden kayıp Limurya kıtasında yaşamış olduğunu söyleyen ve 1977 den beri Judith Z.Knight isimli bir medyum aracılığıyla bilgiler vermekte olan bir bedensiz varlık. Herhalde yaptığı çalışmanın bedensiz bir varlıkla ilintilendirilmesine razı olamadığı için, filmin yapımında çalışan bilim adamlarından biri olan Kolumbiya Üniversitesi Kuantum Filozofisi Profesörü David Albert, birinci filmden sonra, mistisizm ve spritüalizmin Kuantum mekaniğiyle açıklanamayacağını savunarak, filmcilerle çalışırken söylediklerinin yanlış anlaşıldığını iddia ettiyse de, ikinci film olan “Down The Rabbit Hole” un yapımında da tekrar çalışmaktan da geri kalmamış. Bu da bazı bilim çevrelerinin, Kuantum Fiziğinin açtığı yeni kapılar ve buralardan girilmekte olan yeni konular açısından, kafalarının ne kadar karışık olduğunu göstermektedir.

Hurafeler, Gerçekler ve Aradaki Sınır

Bilindiği gibi, onyedinci yüzyıl Avrupa’sından öncesi, görünmeyen kuvvetlere ve varlıklara inanılan bir zamandı. İncil de, içindeki meleklerin ve mucizelerin hikayeleriyle, insanların bu inancını desteklemekteydi. Dünyanın geri kalan bölümünde de, hem diğer dinlerde ve inanışlarda hem de insanların kafalarında, görünmeyen güçlere inanç elbette ki mevcuttu. Ama onyedinci yüzyıldan başlayarak endüstri devrimiyle birlikte gelişen müsbet bilimler, bütün görünmeyen güçleri insanların yaşamından kovdu. Elbet ki bu akım, Avrupa’dan başlayarak tüm dünyayı da etkiledi ve tüm dünyada, maddeden başka hiçbir şeye inanmayan nesillerin yetişmesine sebeboldu. Bu nesiller belki görünüşte her hangi bir dine bağlı kaldılar ama esasta artık sadece doğum ve ölüm arasındaki maddi yaşamı kabul ederek, bunun dışındaki herşeyi hurafe ilan ettiler.

Hurafeler de yaşamımızda elbet ki var. Ama daha önceki yazılardan birinde de sözünü ettiğimiz, Almanca’da mevcut bir atasözünün dediği gibi, insanoğlu artık “ Bebeğin banyo suyunu dökerken, bebeği de suyla birlikte leğenden atmaktan” vazgeçmeli ve “hurafe” ile “görünmeyen gerçek” arasındaki farkı ayırdetmeyi, yeniden öğrenmeli. Bunu da, öyle görünüyor ki, yakın gelecekte Kuantum Fiziğinin yardımıyla becerebilecek. Kuantum Fiziği, maddi dünyanın ötesini adım adım keşfetmeye devam ettikçe, görünmeyen alemler ve güçler hakkında anlatılanlardan nelerin doğru, nelerin yanlış olduğu da, yavaş yavaş gün ışığına çıkmaya başlayacak.

Kuantum Teorisinin kurucusu Max Planck 1944 de Floransa’da verdiği konferansta şöyle söylüyordu: “Aslında tek başına madde mevcut değildir. Tüm madde, atom parçacıklarını titreşim haline geçiren ve onları birarada tutan bir gücün etkisiyle meydana gelir ve varlığını devam ettirebilir.”  Max Planck, bu gücün ardında bilinçli ve zeki bir ruh bulunduğunu ve bu ruhun, mevcut tüm maddenin ilk sebebi olduğunu söylüyordu.

Evrendeki kara delikleri ilk bulmuş olan  Amerikalı Kuantum Fizikçisi John Wheeler, biz insanların evrenin sadece etkisiz seyircileri olmayıp, kozmik yaşamı etkileyerek, evrende olup bitenlerde doğrudan yer aldığımızı söylüyor. Alternatif Nobel Ödülü sahibi Alman Kuantum Fizikçisi Hans Peter-Dürr de ayni fikirde. Peki, biz insanlar, nasıl etkileyebiliyoruz kozmik yaşamı? Kuantum teoristlerine göre, atom parçacıkları, örneğin bir elektron, biz onu ölçmeye kalkışmadığımız sürece, ayni anda, çeşitli hallerde bulunuyor. Biz bunu önce maddi olmayan bir “Olanaklar Bulutu” şeklinde tasavvur edebiliriz. Fizikçiler buna “Olanak Dalgası” adını veriyorlar. Ancak biz bu elektronu incelemeye aldığımızda, yani onu ölçmeye kalktığımızda, bu parçacık belli bir hal ve belli bir yer için sabitleşiyor. Bu “Kuantum Teorisi”nin “Kopenhag Yorumu” ve şimdiye kadar hemen tüm fizikçilerin benimsediği bir görüş. Yani bu anlayışa göre, inceleme veya dikkati bir parçaçığa çevirme olgusu, yani bir başka deyişle “insani ilgi”, o parçacığın atom öncesi yapılanmasını etkiliyor.  Şimdiye kadar Kuantum Fiziğinin tesbit edebildiği bir gerçek bu.

İşte tam bu noktada “Kuantum Mistikleri” yani, bu kitapların yazarları ve kitaplardaki fikirlerin savunucuları ile bazı “Kuantum Fizikçileri” arasındaki fikir ayrılığı ortaya çıkıyor. Kuantum mistikleri, düşünceler ve arzularla, maddenin oluşumuna etki edilebilen bu noktada, maddeyi istediğimiz yönde etkileyebileceğimizi ve arzularımızı gerçekleştirebileceğimizi savunurken, fizikçiler bunu iddia etmekten kaçınıyorlar. Sebebi de belli, müsbet ilim ancak defalarca tekrar edilen denemelerde, ayni çıkan sonuçları kabul edebilir. Şu ana kadar da herhangi bir denemede,  düşünce gücüyle atomları bir araya getirerek ve onları etkileyerek örneğin çoktandır arzu edilen bir otomobil yapılması mümkün olamadı.

İnsanoğlunun sabırsızlığı ve tasavvur gücünün sınırlılığı, işte böyle bir konuda ileriyi tahmin ederek, aykırı görünen fikirleri uzlaştırabilmesini engelliyor. “Kuantum Mistikleri”, belki kendi deneyimlerinden yola çıkarak, kendi arzularının gerçekleşmiş olması olgusunu esas alarak, düşüncelerin maddeyi etkileyeceğini savunurken, düşünce ve maddeyi oluşturmak arasındaki bağlantının kurulabilmesi için, daha hiçbirisi ortaya çıkarılamamış kimbilir ne kadar başka şartın ve doğa kanunun bulunduğunu ve kendilerinin bunların hiçbirini bilmediğini unutuyorlar. Yani onlar sadece “istemek” ve  sonuç yani “kavuşmak” üzerinde yoğunlaşıp, işi diğerlerinin gözünde bir çeşit “mucize” veya ”inanılmaz olay” haline dönüştürüyorlar. Fizikçiler de, henüz keşfetmeye başladıkları, bugüne kadarki bilim dünyasının sınırlarını zorlayan yepyeni doğa kanunları karşısında, elbet ki ihtiyatı elden bırakmak istemiyorlar.

Kuantum Melekleri

Yine son senelerde “Melekler” üzerine yazılmış kitaplar, meleklerle temas halinde olduğunu söyleyen ve kendilerine çeşitli sorunlarının çözümü için koşan binlerce insana, meleklerin tavsiyelerini aktaran “melek aracıları” , bu konuda konferanslar, seminerler, melekler aracılığı ile yapılan tedaviler, batı dünyasında çok güncel.

İsviçreli Astronom Bruno Binggeli, meleklerle fotonlar (atomun ışık parçacıkları) arasında paralleller görüyor ve onları “sınırları aşan birlik ve bütünlüğün elçileri” olarak tanımlıyor. Binggeli’ye göre, her ikisinin de yapısı ışık, her ikisinin de kitlesi yok, her ikisi de sırf enerji ve her ikisi de güç iletiyor.  Melekler Tanrı’nın gücünü, fotonlar elektromanyetik sahanın gücünü. Her ikisi de sayısız defa vardır ve ortaya çıkışları önceden söylenemez. Melekler zaman ve mekanın dışındadır, fotonlar için de Einstein’ın da belirttiği gibi, bir zaman yoktur.

Zürih’teki Kuantum Filozofisi Merkezi Fizikçisi Antoine Suarez ise, bizim realitemizi etkileyen görünmez varlıkların mevcudiyetini deneyle ispatlıyabileceğini söyleyerek,  2007 senesinde bu konuda yayımladığı “Kuantum Melekleri” isimli eseriyle bütün dikkatleri üzerinde topladı.

Suarez’in deneyi, Kuantum Fiziğindeki meşhur “Çapraz İlişki” fenomenine dayanıyor. Bu olguya göre, ayni ışık kaynağından çıkan iki foton tamamen ayni davranışı gösteriyorlar. Bir fotonun durumu ölçüldüğünde, aradaki mesafeye bakılmaksızın, diğer fotonun da durumu, yani gireceği hal,  otomatikman belirlenmiş oluyor. Bu sonuç için Kuantum Teorisine göre mutlaka bir çeşit bir hesaplama yapılmış olması gerek.  Buna göre tüm evrenin bir çeşit devasa Kuantum Bilgisayarı olması gerekir. Bilim için burada ortaya çıkan soru şu: Kim bu sayısız hesapları yapıyor ve bu bilgisayar nerede?

Suarez’in yaptığı deney ise, bu iki foton arasındaki etkilenmenin, aradaki zaman faktörü kaldırıldığında da işlediğini gösteriyor. Bu deneyde, hangi fotonun daha önce ölçüldüğü bilinemezken bile, yani zaman bir rol oynamazken etkilenme baki kalıyor. Fizikçinin bundan çıkardığı sonuç ise çok ilginç: “Bu etkilenmenin kökleri zamanın, kısacası bizim fizik dünyamızın sınırları dışındadır.”

Fizikçi buradan çıkarak ulaştığı bilgiyi şu sözlerle ifade ediyor: “Eğer bu böyleyse, demek ki fizik dünyamızın dışında, durmadan bu kuantummekaniği hesaplarını yapan çok güç sahibi ruhsal ajanlar mevcut. Bu ajanların bir beyne bile gereksinimi yok, bunun için ihtiyaç halinde konkret parçacıklar halinde materyalize olabilen dalga fonksiyonları yeter.”

Kuantum Fiziği bu noktada, maddenin ve görünen evrenin, görünmeyen zeki ve bilgili güçler tarafından şekillendirip yönlendirilmekte olduğunu kabul ediyor. Bu tanımlama, şimdiye kadar dünya yüzünde mevcut bütün dinlerde ve manevi öğretilerde melekler veya yükselmiş bedensiz varlıklar olarak tasvir edilip tanıtılan idareci varlıkların bilimsel anlatımından başka birşey değildir.

Maddenin Dışına Giden Yol

Suarez’in ulaştığı sonuçlar, bugünkü dünyamızın yalnızca maddeyi esas kabul eden müsbet bilimleri açısından çok önemli. Burada kısaca değinebildiğimiz bu yeni söylemler, bilim dünyasının bugüne kadar sıkıca tutunduğu değerlerden kuşku duymaya başladığının kesin birer delili. Bilim adamları uzun bir zamandır maddenin üzerindeki örtüyü kaldırarak, madde ötesine bakmaya çalışmaktalar. Bu uğraşlarının yavaş yavaş netice vermeye başlaması, görünen maddi dünyamızın iplerinin, görünmeyen, ölçülüp tartılamayan yerlerde olduğunun ipuçları, gün geçtikçe birer birer su yüzüne çıkmakta.

Atomun parçacıklarının hem maddi, hem maddi olmayan özellikler taşıdığının anlaşılması, zaman ve mekanın dışında cereyan ettiği tesbit edilen bir takım fenomenlerin ortaya çıkması,  atom parçacıklarının davranışlarını izah edecek hesaplamaların, dolayısile bu hesapları yapıyor olması gereken zekanın veya zekaların mevcut olması zaruretinin, bilim adamlarının karşısına dikilmesi, bilimde ve dünyanın gidişatında yepyeni bir devreye girildiğinin açık işaretleridir.

Elbette ki, bilimde eski kavramlara inananlar, eski bilim dünyasının duvarlarının çökmesine direnecekler, dünyayı ve evreni şimdiye kadar olduğu gibi geleneksel ölçü ve tartı aletleriyle izah etmeye devam edeceklerdir. Bugünkü bilim dünyasının birkaç yüzyıllık binaları kolayca yeniden şekillenmeyecektir. Bu Galileo zamanında da böyleydi, şimdi de böyledir.

Ama ilerleyen zamanda, Kuantum Fiziği ve onun açtığı yoldan gidecek olan belki daha başka bilim dalları, insanın ve evrenin maddeden ibaret olmadığı gerçeğini, inkar kabul etmeyecek bir biçimde adım adım gözler önüne sereceklerdir.

Evrenin görünen ve görünmeyen alemleriyle bir bütün olduğu, herşeyin birbiriyle bağlantılı olup, eylemlerimizin, yaşadığımız olayları ve diğer varlıkların olaylarını ve onların eylemlerinin de bizim olaylarımızı etkiledikleri ve daha bir sürü gerçek ortaya çıkacaktır.

Dünyamızın ve insanlığın günümüzdeki sorunları pek çok ve başa çıkılmaz gibi görünse de, yeni ve daha iyi bir yaşam için beslenen umutların yeşermesi ve meyve vermesi de, çok yakın bir gelecekte mümkün olabilir.

Bu amaç için de, insanoğlunun bugünkü maddi dünya görüşünü terketmesi elzemdir.

Bu süreç de başlamıştır artık.



Alıntılar:
P.M. Bilim Dünyası




Bu yazı "Sevgi Dünyası" dergisinin Şubat 2010 sayısında yayımlanmıştır.

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen