Neden Bu Sayfa

Kimilerine göre bir bilmecedir yaşam. Kimilerine göre bir kader vardır, kimilerine göre de herşey tesadüftür, doğanın bir gereği olarak doğar ve ölürüz ve hepsi bu kadardır.

Bu sayfayı açmamın nedeni; düşünen, soran, cevap arayan ve araştıranların bulunduğunu ve sayılarının az da olmadığını biliyor olmam. Buraya yıllardır araştırdığım konuları, biriktirdiğim düşünceleri taşıyacağım. Herkesin ayni düşüncede olmayacağının elbette farkındayım ve herkesin kendi değerlendirmesine ve hükmüne de elbette saygım var. Onların da bu düşüncelere saygısı olmasını beklediğim gibi.

Bu sayfanın tek bir gerçeği ifade ediyor olmak gibi bir iddiası kesinlikle yok. Yollar çeşitlidir ve her insan gideceği yolu, düşüneceği tarzını seçmekte tamamen özgürdür. Kaldı ki, gerçekler de herşey gibi sürekli değişmededir. Bugün doğru olduğuna kesin gözüyle baktığımız her hangi bir şey, bir zaman sonra yerini daha doğrusuna bırakıyor.Durum böyleyken “mutlak gerçek” ten söz etmenin anlamsızlığı ortada. Ancak, merak etmek, öğrenmek ve her seferinde bir adım daha ileriye gidebilmek sonsuz zevkli bir macera.

Sayfanın adı da o yüzden ““Son”suz Yazılar”. Yazılanları bitmiş saymıyoruz, noktayı koymuyoruz, devamlı yürüyoruz, soruyoruz, arıyoruz, öğreniyoruz, düşünüyoruz, yeniden soruyoruz.

Bu sayfa hiç bir kuruluşa, hiç bir görüşe, hiç bir ekole, hiç bir akıma ait veya bağlı olmayıp, tamamen kişisel ve bağımsızdır. Yazarın bir dünya görüşü vardır tabii ki ama arkasında başka birşey aranmasın.

Mittwoch, 22. Februar 2012

Bilim Yeni Yollarda




Ruh var mı? Ölümden sonra hayat var mı?


Spiritüalizm, Budizm, "Ölüler Kitabı" ve Kuantum Fiziği


İnsanoğlunun bir türlü kesinlikle çözemediği ve çağlar boyunca çeşitli biçimlerde durmadan uğraştığı bilmecelerden biri: Öldükten sonra ne oluyor? Herşey bitiyor mu, yoksa bir şekilde yola devam ediyor muyuz?

Bir ruhumuz var mı? Biz ruhu olan bir beden miyiz, yoksa aslında bedene sahip bedensiz varlıklar mıyız?

Tabii ki bu sorulara herkesin, her kesimin kendine göre bir cevabı var şimdilik. Dinler kendi içlerindeki inanç kurallarına göre, ateistler maddeyi esas alarak, çeşitli başka dünya görüşleri ve düşünce sistemleri de yine kendi düşünce binalarının kuruluşu doğrultusunda çözümler getiriyorlar. Bu görüşler bazen birbirlerine benzer, bazen de taban tabana zıt olabiliyor. Buna göre ölüm ötesini değişik biçimlerde anlatanlardan, ölümden sonrasının bir hiçlik olduğunu, herşeyin ölümle bittiğini iddia edenlere kadar geniş bir düşünce ve inanç yelpazesi, kendisini bu konuları merak edenlerin beğenisine ve hizmetine sunuyor. Bazen de bu konularda yapılan açıklamalar ve konulan kaideler, yüzyüllar boyu insanların korkulu rüyası halinde yaşamları boyunca, başları üzerinde asılı bir Demokles kılıcı görevi üstleniyor.

Günümüzün bilimi ise çeşitli açıklama ve aydınlatmaları adeta elinin tersiyle iterek, ölçüp tartamadığı herşeyi yok saymaya devam etti şimdiye kadar.

Evet, bu cümledeki en önemli ifade: “şimdiye kadar” ifadesi.

Çünkü günümüzde “Kuantum Fizik” denilen yeni bir fizik bilimi dalı, birden yepyeni teoriler ileri sürmeye başladı ve bildiğimiz maddi dünyamızın, aslında hiç de göründüğü, ölçülüp tartıldığı gibi olmadığını, maddenin en küçük parçacıklarının “değişken” karakter gösterdiğini, yani madde olma vasıflarını kaybederek hatta özde bile farklılaştıklarını ifade eder hale geldi.


 “Ölüler Kitabı”ndan Modern Fizik Bilimine Giden Yol


Bu keşifle birlikte batılı bilim adamları, yaşadığımız günlerde ortaya çıkan yepyeni verilerle, uzak doğu dinlerinin öğretileri arasında büyük paralellikler olduğunu da farkedip, bu paralellikleri kıyaslamaya başladılar. Bu öğretiler arasında en çarpıcı olanı da hiç şüphesiz çok eskilerden gelen bir bilgi kaynağı olan “Tibet Ölüler Kitabı” (Tibetisches Totenbuch).

M.S. 8. yüzyılda, budist rahip Padmasambhava Tibet kralının çağrısı üzerine, Hindistan’dan Tibet’e giderek, spiritüel bilgileri içeren şifreli yazıları, inançsızların saldırılarından korumak üzere, dağlık Tibet’in çeşitli bölgelerine saklar. Padmasambhava’nın kehanetine göre, bu yazıtlar vakti geldiğinde, saklı oldukları yerlerde bulunacaklardır. Bundan sekiz yüzyıl sonra, Karma Lingpa bu eski yazıtları bulur. Bunlar arasında, bugün “Tibet Ölüler Kitabı” adıyla bilinen “Bardo Thödol” da vardır. Bu bilgiler, ruh ve beden arasındaki ilişkiyi açıklamakta, bilincin ne olduğunu araştırmakta ve ölüm anında ve sonrasında, reenkarnasyon çemberini kırarak Nirwana denen duruma ulaşabilmek için neler yapılması gerektiğini adım adım anlatmaktadır.  Bu bilgiler ilk defa 1927 de İngilizce’ye tercüme edilerek batı dünyası tarafından  keşfedilmiştir.”

( Rahip Sogyal Rinpoche tarafından yazılan ve tüm dünyada “Tibet’in Ölüm ve Yaşam Kitabı” olarak bilinen kitap, orjinal “Ölüler Kitabı”na dayanılarak yazılmıştır./Yazarın Notu)

Günümüzün bilim adamlarına ve fizikçilerine,  budist öğretileri ile modern bilimin yeni verileri arasında paraleller kurduran en önemli konular, bilimin son zamanlarda hararetle üzerine eğildiği  “ölüm ötesi deneyimleri” ile “Ölüler Kitabı” nın anlattıkları arasındaki benzerlikler ve en yeni beyin  araştırmaları ile Kuantum Fiziği verilerinin, bu bilgilerle örtüşmesi oluyor.

Ölüler Kitabı’nda ölüm anından itibaren, yeniden dünyaya gelişe kadar geçirilen safhalar anlatılır ve bunlar, her birine “Bardo” denen üç safhada açıklanır.  Ölen kişi ilk Bardo’da, çok kesif bir ışık vizyonu yaşar. Bu safhada kişinin bilinci, kendi içinde dinlenir ve “hiçlik” yaşar.  Bu safhayı sonuna kadar götüremeyen ve bir “aydınlanma” yaşayıp Nirwana’ya gidemeyen, ikinci bir bardo durumuna geçer, burada kişi çeşitli vizyonlar yaşar. Bunlar huzurlu veya tam tersine karakterde olabilir. Ölüler Kitabına göre bu vizyonlar, kendi bilincimizin yansımalarıdır. Bu safhaya “Uyanma” veya “Gerçek” deniyor. Eğer ölmüş olan kişi bunu anlayabilirse, bu safhayı aşabilir. Anlayamazsa üçüncü Bardo’ya geçer. Bu da “Yeniden Doğma” veya “Olma” safhasıdır. Burada ölmüş olan kişi tüm korkularını gerçekler halinde yaşar. Bunların kendi bilincinin hayali olduğunu yine tanıyamazsa, yeniden doğma arzusuna karşı koyamaz ve yeniden doğmak üzere tekrar bir ana rahmine kaçar. Böylece herşey yeniden başlar.”

 

Tünelin Sonundaki Işık ve “Bardo”lar


Ölüm Ötesi Deneyimi araştıranlar, Ölüler Kitabı’nda sözü edilen ışık vizyonu ile, beyin fonksiyonunun durmasıyla ölüm ötesi deneyim yaşayanların anlattıkları “tünel ve ışık” olayı arasında bağlar görüyorlar.  Southampton Üniversitesindeki bilim adamları, geçtiğimiz sonbaharda Amerika ve İngiltere’deki 25 hastahanede en modern metodlarla,  klinik olarak ölmüş olduğu deklare edilen1500  hastanın beyni üzerinde uzun sürecek bir inceleme başlattılar. Bu deneyim, bugüne kadar ele alınmış en geniş kapsamlı ölüm ötesi deneyimleri inceleme projesi oluyor. Ayrıca, meditasyon yoluyla, ölüm anında yaşanan “ışık” fenomenini yaşamanın mümkün olduğunu ortaya atanlar da var.

Münih’teki Ludwig-Maximilians Üniversitesi Din Bilimleri Profesörü Michael von Brück, “ Meditasyon yaparak çeşitli bilinç seviyelerini tanımış ve bilincini sevketmeyi ve kontrol etmeyi öğrenmiş olan biri, ölüm anında geçilen bilinç safhalarını, ölmeden önce bilinçli olarak yaşayabilir.” diyor.  Bu fenomeni açıklamak amacıyla, birçok araştırma merkezinde, meditasyon halindeki kişiler, beyinin manyet rezonansı tomografisini çeken gereçlere bağlanıyorlar.”

Bu günlerde dünyanın birçok yerinde yürütülmekte olan bu araştırmalar, gelecek günlerde bir çok heyecan verici sonuçlara ulaşabilirler.

 

Düalite’nin İflası ve Maddeyle Ruhun Ayniliği


Batı dünyasında şimdiye kadar düalite (ikilik) düşüncesi hakimdi.  Bu düşünceye göre madde ve ruh birbirlerinden tamamen farklı yapıda olan iki kavramdırlar ve birinin bittiği yerde diğeri var olabilir diye düşünülüyordu. Bunun için de, ölümle fonksiyonları biten bedenden ayrı olarak, bambaşka yapıdaki ruhun var olmaya devam ettiği düşünülebilir kabul ediliyordu. Ancak, bilim kendi hesabına, giderek bütün ruhsal fenomenlerin, noyrobiyoloji ile izah edildiğini savunduğundan ve beden faaliyetlerinin son bulması ile ortada hiçbir şeyin kalmadığı sonucuna vardığından, düalite düşüncesi çıkmaz sokakta son buluyordu.”

Sonuç ise, “ Modern düşüncede ruh kavramı yoktur, ölümle yaşam biter” ifadesiydi.”

Oysa bilim dünyasına bugün, Kuantum Fiziğinin açtığı kapıdan bambaşka bir ışık sızmakta.

Düalite prensibine dayanmayan Budist düşünce için,  realite bir devamlılıktır. Buna göre ruh ve madde birbirinden tamamen ayrı şeyler olmayıp, tam tersine ayni gerçeğin değişik halleridir. Bu durumda, ölümün ötesine geçen şey, “ben” kişiliği değil, bir bilinç şeklidir ki, bu bilinç şekli karmasına bağlı olarak, hayvan veya insan formunda, değişik biçimlerde tezahür edebilir. Budizm bunu, bir mum ile bir diğer mumu yakmak benzetmesi ile anlatır. Yine budizm, maddi dünyamızın devamlılığını değil, herşeyin geçiciliğini, değişimini, birbiriyle bağlantısını savunur. Bu yüzden de, geçici olan bu realiteye tutunmak, acı çekmeyi beraberinde getirir. Dünya realitesine olan bu bağımlılık, ayni zamanda yeniden dünyaya gelmenin de nedenidir. Bu çemberi ise, ancak en yüksek derecedeki ruhsal aydınlanma ortamında gerçeğin asıl yüzünü görebildiğimiz zaman, yani tenvir (aydınlanma) haline ulaştığımızda, herşeydeki hiçliği kavradığımızda kırabilir ve “Nirwana” ya girebiliriz. Bizim bu dünyadaki tüm kavramlarımız ise, yalnızca zihinsel yapılardır, tıpkı sadece  bir kağıt parçasına,  para olarak bir değer yüklememiz gibi.”

Kuantum fiziğinin söylemine göre de, madde en küçük parçalarında, birden maddi özelliklerini kaybetmektedir ve bu noktada artık bir nesneden değil, ancak bir potansiyelden,  bir eğilimden, bir alış verişten veya sürekli değişimden söz edebiliriz. Birçok Kuantum fizikçisinin anlayışına göre, sonuçta “gerçek” sadece bir informasyona, bir bilgiye indirgenmektedir ki, bu da budizmde sözü edilen , ölümden sonra varılabilen “hiçlik” kavramına çok benzemektedir.”

 

Bilim Adamlarının Madde Ötesini Keşfe Başlaması


Bu durumda ruh ve maddenin birbirinden kesinlikle ayrılması düşüncesi, tarihe karışmaktadır.  Ruh ve madde, ayni gerçeğin değişik ifadeleridir. Hatta bazı fizikçilere göre, bilinç de bir Kuantum fenomenidir. Böyle bir Kuantum fenomeni, Tibet Ölüler Kitabı’nda sözü edilen bilinç cereyanı olabilir. Hiç değilse teoretik olarak, böyle bir bilinç varolabilmek için, ille de maddi bir taşıyıcıya, yani bir beyine muhtaç değildir.

Frankfurt’lu Fizik Profesörü Thomas Görnitz  “Kreatif Evren” adlı kitabında, “Bildiğimiz tabiat kanunları böyle düşünmemize engel değil.” diyor.

Hint asıllı fizikçi ve yazar Amit Goswami, “Ruhun Fiziği” adlı kitabında  Ölüler Kitabı’ndaki kavramları, Kuantum Fiziği ve Beyin Araştırmaları diline çevirmeye çalışır ve ruhun, yeniden maddi olarak görününceye kadar, karakter ve hafıza birikimi halinde saf potansiyel olarak Kuantum ortamında var olduğunu anlatır.

Holanda’lı Kardiyolog ve Ölüm Ötesi Deneyleri Araştırmacısı Pim van Lommel,  bilincin, Kuantum Fiziğindeki “flu olmak” (net olmamak) kuralına uyduğunu ve hayatta iken “Atom parçacıkları” gibi ve ölümden sonra “Dalga Karakterinde” davrandığını söyler. Böylece “Dalga” olarak, beden olmaksızın da var olmaya devam eder. Van Lommel’a göre bilinç, Kuantum fiziğine bağlı bir informasyon sahasıdır ki, bu saha tıpkı televizyon dalgalarının televizyon aleti tarafından alınması gibi, yaşam süreci içinde beyin tarafından alınmaktadır. “

Bu düşünce, maddeyi ve ruh kavramını birden bambaşka bir ışık altında görmemizi sağlamaktadır. Dünya yaşamı esnasında, ruhun maddeyle birleşmesi veya ruhun maddeye girmesi şeklindeki tasavvurlar, bu yepyeni düşünce karşısında son derecede hantal kalmaktadır. Buna karşılık bilincin örneğin bir elektrik veya radyo dalgası gibi beyin alıcısı tarafından alınmaya başlamasıyla, dünya yaşamının oluşuyor olması ihtimali, bütün dünya düşünce sistemlerimizi yeniden düzenlememizi gerektirecek ve belki birçok bilinmeyeni açıklayacak olan, çağımızın digital ve elektromanyetik tekniklerine de uyan yepyeni bir görüş açısıdır.

Heidelberg Üniversitesi Fizik ve Tıp Tekniği Profesörü Markulf H.Niemz de ayni tarzda düşünmektedir. Niemz’e göre ruhun ışıkla benzerliği vardır ve her ikisi de Kuantum fiziği özellikleri gösteren kitlesiz parçacıklardır. Böylece birbiriyle çaprazlama bağlı olan bu parçacıklar, aradaki mesafelere rağmen birbirlerini etkileyebilirler. Ve bu şekilde bütün ruhlar birbirleriyle, ilk durumları olan ışık halinde bağlantı halindedirler. “

Bütün bunları algılayabildiğimiz takdirde, dünya üzerindeki tüm yaratıkların neden birbirine bağlı olduklarını, yerkürenin bir yerindeki bir doğa olayının, nasıl diğer bölgeleri doğrudan etkilediğini, belli bir yerde yaşayan bir toplumun düşünce ve yaşam tarzının nasıl diğerlerinin kaderinde rol oynadığını, dünyanın bir köşesindeki doğaya gösterilen sorumsuz  muamelenin, nasıl bütüne kötü sonuçlar getirdiğini, duanın ve kollektif düşüncenin gücünü ve daha birçok şeyi anlayabilmemiz de mümkün olacaktır.

Görülüyor ki, onüç yüzyıl önce Tibet dağlarında saklanmış ve mutlaka o tarihten önce de yüzyıllardır var olmuş olan Budist öğretileriyle, henüz en fazla bir yüzyıllık bir ömrü bulunan  Kuantum Fiziğinin esasları birbiriyle örtüşmektedir. Ve yine görülüyor ki Kuantum Fiziği esasları çerçevesinde kapısından girilen yeni bilgi dünyası, eski materyalist bilgi binalarını temelinden çürütecek gibidir.

Bu yeni bilim dünyasının sınırları içerisinde, ruhu gerçekten bir bilinç hali olarak kavrayabilir ve maddi bedenin ölümünden sonra onun başka bir halde varolmaya devam ettiğini bilimsel olarak da nihayet kabul edebiliriz.

En yeni beyin araştırmalarına göre de, bu konudaki bilgilerin de eski öğretilere yakınlaştığı anlaşılmaktadır. Bu çok komplike organ, yani beyin, kendisini giderek daha çok değişken bir ağ olarak göstermektedir. Beyin kendisini devamlı yeniden şekillendirmekte ve yeni durumlara göre bağlantılarını değiştirmektedir. Düşünce ve deneyimlerimiz de beynimizin değişmesine etken olmaktadır.  Bu değişkenlik ve geçicilik kavramının, şimdiye kadar bilinenlerin aksine, Budizmin düşüncelerine daha yakın olduğu da ortaya çıkmaktadır.

Bu anlayışa dayanarak, çok eski öğretileri yeniden ve daha doğru bir ışık altında değerlendirebilir ve nihayet onlardan öğrenmemiz gerekenleri öğrenebiliriz. Yine bu şekilde, eski öğretileri ve bilimin yeni bulgularını birbirine ekleyerek, sadece maddeden ibaret olmayan yepyeni bir “insan” kavramına ve buradan yola çıkarak  yepyeni bir “Dünya Görüşü” kavramına ulaşabiliriz.

Din Bilgini Michael von Brück, dinlerin de, eski yazılara bağlı öğretiler olmaktan ziyade, canlı bir fikir alış-verişi olduğuna ve spiritüel bilgilerin de değişebileceğine inanıyor.

Yazar Mathias Schreiber  “Bizden Geriye Kalan” adlı kitabında,  “Kesin bir “ben” düşüncesine bağlanmamış olan doğu dinlerinin “ruh” anlayışı, geleceğin dünya dinini ortaya çıkarabilir.” diyor.”

Böyle bir dünya dini, ya da dünya görüşü , dünyanın yeni fizik anlayışı ve yeni bilimsel görüşü ile birleştiğinde, dünya önünde yepyeni ufuklar açılacağında şüphe yok.

 

Yeni Bir Dünyaya Doğru


Dünyamızın bugünkü durumuna baktığımızda, gördüğümüzün çok da iç açıcı olmadığını farkediyoruz.

Bölgesel çatışmalar, dinleri bağnazca bir anlayışla yorumlamanın getirdiği din ve mezhep kavgaları, dünya kaynaklarını paylaşamamanın anlaşmazlıkları, zenginliklerin belli yerlerde toplanmasından doğan eşitsizlik, güç elde tutabilmek ve sözünü başka toplumlara geçirebilmek, lider olmak isteyenlerin yaptıkları baskılar, çeşitli yerlerde insan hakları ihlalleri, hayvanlara ve doğaya yapılan sorumsuzluk ve vicdansızlıklar ve daha birçok olumsuzluk.

Ama bütün bunlara rağmen, araştırmayı ve daha iyiyi bulmayı kendilerine görev edinmiş insanların yaptığı çalışmalar, bütün bu olumsuzluklar ortasında insanoğlunun daha iyi bir dünya ortamında yaşayabilmesini hedefleyenlerin yorulmaksızın sürdürdükleri araştırmalar, yolundan hiç şaşmadan belli hedeflere doğru son hızla  yol almadalar.

Bilim dünyası, görünen ve görünmeyen dünyalar arasına yine kendisinin çekmiş olduğu sınırları önümüzdeki zamanlarda aşmayı başarabilirse, yerküre üzerinde bambaşka bir çağ başlayabilir ve bugüne kadar sıkı sıkıya tutunulan birçok temelden yanlış görüş terkedilerek, nihayet asıl gerçeklere dayanan yepyeni bir yaşam tarzı yeşerebilir.

Var oluşu, doğum ve ölümle sınırlamayan çok daha bilge bir yaşam tarzı.

Buna da en çok sevinecek olanlar, yüzyıllardır bir şekilde bunun böyle olduğuna inanmış ve spritüalist düşünceyi benimsemiş olanlardır şüphesiz ki.


Alıntılar:
P.M. Bilim Dünyası
Thomas Vasek

Derleyen ve çeviren: Zühal Voigt

 Bu yazı "Sevgi Dünyası" dergisinin Ocak 2010 sayısında yayımlanmıştır.

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen